Tuesday, November 25, 2008

dönerek yanıyorum, hep, hem de her seferinde

Kucaklar dolusu bir yükseklikte uçtuktan sonra kırk katı bir hızla yere çakılmak, yapayalnız kalıp pencereden sigarasını yakışına, telefonunu karıştırışına bakmak. Ağlamak, gözyaşının tadına bakacak kadar çok ağlamak. Gecenin parlak elbisesini katlarken dolabın aynasındaki aksiyle göz göze gelmek, titreyen dudakların sıkıntısını içine çekmek. Seks doldurabilir mi yalnızlıklarımızın cerahatini? Öptüğün yerlerim iyileşir mi?
Onun bunu benimkinden başka odalarda da yaptığını bilmek koymuyor artık, her geçen gün olmaz dediklerimden bir başkasını daha kaybediyorum, paylaşamam dediğim her sakızı paylaşıyorum. Bir saniyecik bile olsun yanımda istiyorsam, hikayesinin minik parçası olmalıyım, başka yolu kalmadı biliyorum.
Hastanenin en şefkatli cerrahi asistanı, internetin sevilesi bekar adamı, kadınların sapkın ama uzak doktoru, babasının ağası, annasının ortanca kuzusu... Herneyse bilmiyorum hiç bilemedim. ilk günden beri sadece aşktı benim için, geri kalanı kendi hikayesi...

Fasülye adamla japon balığı kadının minicik bebeği... neden bilmiyorum zor bir seçimmiş normal hayatın hayali.. o yüzden hiç yok, olmayacak da..

Sırf bu tarihi unutmamak için yazıyorum, ekran gözüme batıyor oysaki. Son bu son diye yalvararak yemin ediyorum bu akşam kendime, ayın 25'i, aylardansa kasım...
....................................

"Sabaha doğru ilerliyor zaman. Bütün gece dönenen bedenim , çarşafı beynim gibi kırıştırdı. İçim yanıyor. Orada, oracıkta, en yakınımda, ranzanın üst katında bir bebek gibi uyuyor. Geçen saatler boyunca niye tartıştığımızı, ne için kavga ettiğimizi unutacak denli kaybolmuş öfkem, yerini onsuzluğun kocaman boşluğuna bıraktı. Dün gece banyoda oturduğumda içeriye girişini, kucağıma oturuşunu, saçımı sabunlayışını hatırlıyorum. Bu denli cinsellikten arınmış bir çıplaklık olabilir mi? Şimdi o, ranzanın üstünde, elimi uzatsam dokunabilirim. Beni karşılaştırdığı o ikinci çıplaklığımlayım. Beni elbiselerimden soyan o kadınların gördüklerinin çok altında, yeni ve başka bir çıplaklık. Ürperiyorum. Benden habersiz derin nefesler alıyor göğsüm. Yataktan kalkıyorum, ranzanın üst katında saçlarını görüyorum, minicik dokunuyorum, hafifçe sesleniyorum. Dönüp bakıyor ağlamaktan şişmiş gözleriyle. Kollarımı yukarıya ona kaldırıyorum.’’Kucak kucak’’ diye fısıldıyorum. Bana doğru atlıyor, kollrını boynuma doluyor. Bedeninin ağırlığını hissetmiyorum bile.’’ Böyle ölünebilir işte’’ diye geçiyor içimden, ‘’hatta böyle ölünmeli, bu anın üzerine hiçbir şey eklenmemeli’’. Bal rengi gözlerine bakıyorum, kirpiklerine dokunuyorum. Ağlıyoruz, gözyaşlarını içiyorum.

Neden olamadığımızı hiçbir zaman bilemedim, belki bilmek istemedim. Sanırım o benim gibi yaşamadı beni, o anlatsa başka anlatırdı belki herşeyi. Bana yalancı derdiniz. Oysa insan kendine yalan söyleyemiyor, bildiğim tek şey benim böyle yaşadığım olan biteni. Sonuçta olmadı, olamadık. Ve o çıplaklık da bir daha olmadı. Kimse beni o kadar soyamadı ve ben aslında hep giyinik olduğumu bile bile seviştim ondan sonra.

Bazen ‘’ o yok muydu?’’ diye düşünüyorum. Belki hepsini ben ekledim ona, onda gördüklerimin, onda hissettiklerimin. Bir bildiğim bunun yaşam içi bir şey olmadığı. Bu ancak ölüm veya sonrasına ait bir deneyim olabilirdi. Bir insan ancak tanrıysı
yla bunu yaşayabilir belki de.

Bırakıp gittiğinde, bırakıp gittiğimde neyi kaybettiğimizi anlamış mıydık? Onu bilmiyorum, ben anlamıştım. Hatta o anladığım şeyden kaçmıştım belki de. Çıplaklığımdan, çıldırçıplaklığımdan ve bu nedenle çıldırabileceğimden korkmuştum sanırım.

İki ayrı olasılık var şimdi ve ikisi de beynimi yiyor. Onun bütün olanları hiç de benim gibi görmediği, hissetmediği, yaşamadığı hatta hatırlamadığı duygusu dayanılmaz geliyor. İkinci olasılıksa aynı benim gibi yaşayıp hatırladığı her şeyi. Bu beni o meş’um çıplaklığımla gördüğü ve unutamadığı anlamına geliyor ki, aynı derecede acı veriyor ruhuma.

BeNi unutma ve hatırlama saKın... "


No comments:

Post a Comment