Wednesday, April 30, 2008

belkişehrebirfilmgelir...

eskiden kendimi yazılarında okuduğum biradamvardı. şimdi çok meşgul.

Tuesday, April 29, 2008

shame on me

Hayat iddiasını yitirdi. Bu sezonda renkler daha basit, kesimler daha yuvarlak ve tasarımcı aksesuarlara yer vermemiş. Kulunuz umut etmiyor artık çünkü ne güzel bir sürpriz çıkabilir karşısına, ne de gökten zembille güzel bir şey inebilir tepesine. Deep-freeze e koydu o hayatını ama üşümeyi de hiç sevmez ki. Eğer çıkaracaksanız çıkarır çıkarmaz harlı ateşte çözdürün de bari suyu içinde kalsın, dışı çıtır çıtır kızarsın.

"Konuşana değil konuşturana bakın" derler ya. Ben ise bülbülü bile lâl edebilirim..

Wednesday, April 23, 2008

zamanı tartma bilgisi

biraz önce telefona gelen bi mesajla bi çok şeyi çorap söküğü gibi hatırladım. üzerimdeki bu ölü toprağının sebebini bulur gibi oldum. içim, içime sıkıldı ve sevdiğim adamın içinden taşanlara.



hayat koskoca bir koşturmaca anlamsızlığına dönüşür yirmili yaşarın bir döneminde, birdenbire. eskiden olsa çok kolay kırabileceğinizi düşündüğünüz bir çarkın içindesinizdir ve zaman yiyip para kusan bu çark artık yaşamınız olur.

bir sürü tanımadığım surat günün belirli saatlerinde gözümün önünde, bir ikincisini belki hiç duymayacağım ses kulağımda, hayatıma dahil olması ihtimal dahilinde olmayan insanlar mesai denilen şey yüzünden hayatımın göbeğinde! tanrım çılgınlık bu! değilim ben, bu dönüştüğüm mekanik yaratık ben değilim! önceden yaptığım her şeyi, önceden olduğum her halimi özlüyorum. miskinlik yapmayı, gece deli gibi eğlenip sabahını düşünmemeyi, sadece benim olan insanlarla yaşamayı, mutlu rahat kitap okumayı, sevgilimle tatil çakıştırmaya çalışmadan saatlerce birlikte yaşamayı, evde kahvaltı etmeyi, sabahları giyinmeden pjamalarla televizyonun önünde gazete okumayı, sorum(luluk)suz olmayı istiyorum! demiştim. en çok kendimi özlemiştim yani.

şimdi kendimleyim, birsürü boş saatim, sabahına kalkmak zorunda olmadığım gecelerim var. sevgilim var, arkadaşlarım, bir kütüphane dolusu kitap... ama sanıldığı kadar tatlı değil uzadıkça uzayan bir zamanı dilediğince yemek. iki araya bi dereye sıkıştırılmadıkça tadı öyle sası ve öyle aynı ki. çünkü öznelilen şey tüm bu somut yapılabilecekler listesi değil; çocukluktaki ya da ilk gençlikteki zamanı tartma bilgisine sahip olunumayan yılları özlüyormuş insan. o zamanki beni, sorum(n)suz beni! hem de deli gibi.

Ve sonra farkediyorsun bu yaşlar bir milad, geriye dönüşümsüz bir tepkime. çarkın içinde de olsan, dışında da özlediğin şey bil ki ulaşamayacağın kadar soyut. bazı geceler bütün düzenini gaz döküp kibritle yıkasın gelebilir. ama özlediğin kendinle, bulduğun kedin arasındaki fark delirtici olacaktır. hoş değil..

işte bu aşamada insanlar daha da garip davranışlara yöneliyorlar. en az karıncaların ya da arıların doğadaki hareketleri kadar sofistike ve anlaşılmaz bir şekilde daha da sorumluluk alıyorlar üzerlerine. ister kadın ister erkek olsun çılgınlıklarını özlerlerken; aksine sakin sessiz roller buluyorlar kendilerine ve içinde koşturacakları bir kaç koca çark daha. hoş tabii..

bu karmaşıklığı da sen bana açıkla. bekliyorum.. zamanım çok..

Sunday, April 20, 2008

fehva

yeni doğan çocuklar için herkes iyi dileklerde bulunduğunu göstermek için "adıyla yaşasın" der. nasıl bir kader atamaktır bu özellikle benimki gibi isimlerde allaaşkına!? doğu'nun her biri için "anlamı ne?" diye sorulabilecek isimlerinin insan üzerindeki hükümranlığına ve gücüne burçlardan daha çok inanıyorum. inanıyorum inanmasına da! kendi ismimin ağlayan, inleyen, figan eden olduğunu düşündükçe içim ürperiyor.
daha çok yazmak, uzattıkça uzatmak istiyordum ama tıkandı kelimelerim. bu bağlamda bitiş cümlesi için
-güldür beni, handan eyle
demekten başka bir şey bulamıyorum.

: figân eden

ey çerh-i sitemger dil-i nâlâna dokunma
hicr âlemidir ettiğim efgâne dokunma
ey tiğ-i elem yâreledin cismimi bâri
cânânıma nezreylediğim cânâ dokunma

Tuesday, April 15, 2008

Tüm bu teknolojinin olmadığı bir zamanda doğmuş olmak istiyor bir yanım. Hayatların gözlerden ırak yaşandığı; evlerin sofalarının, cumbalarının rahatsız olmamak, sergilememek ve alenen seyretmemek mantığıyla konuşlandırıldığı; insanın insana ulaşmasının emek istediği naif zamanlarda...

Friday, April 11, 2008

senipamuklarasarmalarsararım

ruh'un ve ruh'um uslanmaz koskoca bir mikser, huzur arayan yanlarımız huzuru bulup kıvrılıp yattığında sıcacık yatağına, lambadan bir cin çıkıyor ve her nedense üç istekten ilki hep en yapılmaması gereken oluyor. kan ter içinde, uykusuz gecelerce ve bin türlü bahtsızlıkla geçen onca senelerce kurduğumuz lego kenti ellerimizle söküyoruz, çekiçlerimizle kırıyoruz!

nayırr! nayır!

bu sefer nolamaz böyle bir şey!

parmaklarımla dağıtıyorum kara bulutları. kazandaki her bir cadıya kıskandırıcı ve yakıcı bi bakış fırlatıyorum. şöyle podyumdaymış gibi yürüyüveriyorum -yaz güneşiyle parıldamış sokaklarda, elini yerleştirip bel çukuruma- seninle.

Tuesday, April 8, 2008

Elma

İnsan
dans ederken ağlayabilir mi? Gözüne
bakıla bakıla
bu kadar rahat
aldatılabilir mi? Yakarmak
neye yarar ki?