
Her seferinde daha yüksekten düşmek daha da sertleşmiş zemine. İki kişilik acılaşmış hikayenin dibine... Ne kadar uçarsan el ele o kadar yükselirsin en üstteki buluta ve ellerini kaldırıp işaret ederken daha da yukarıda ki en uzak o köşeyi sevdiğine, kanatlarınızın olmadığını farkedersin bir saniyeliğine. O farkındalık sonun olur işte. Ya da da o farkındalık bir kaç kemik kırığı.
Ben zoru seçtim biliyorum, en zoru sevdim. Ama hep öyleydim. Geometride en çözülmeyecek problemi bulur sınav sonunda boş kağıt verirdim. Çocukken altı köseleden, yere boylu boyunca düşüren terliklerle yürümeyi severdim. En zora aşık olduğumda ise hiç şaşırmadım kendime, sadece defalarca terkedildim. Bu sefer ise beraber verilmiş bir karar kıvamında geldi yalnızlık yanıma, yatağıma, sabahıma.
Evet zor olduğu için susuyorum ben hep, kolay bir yolu olmadığı için sakince bekliyorum sakinleşmesini hayatın. İstemeyecek kadar gururluyum artık ama, almayacak kadar değil. Minicik bir yüzüğüm bile olmadı aşkımı işaretleyen. Ya da ağzımı doldura doldura bahsedemedim erkek çocuğumuz için seçtiğim isimden. Köpeğimizden, "evimizden"... Herkes sokarken çirkin sevgililerini gözüme eş diye, benim sevgilimi anlatırken arkadaşı dedi herkes yıllarca. Demek ki ben geri durdum korkumdan, ateşle sevişmek yaktı tenimi, ateşle uyumaktan korktum belki de.. Belki de değil.. Bilmiyorum. Bilmek istemiyorum. Ve aslında farketmiyor da geldiğimiz bu boşluktan sonra bilmek neden'i.
Sormayın ey insanlık. Sormayın artık bana onu! Yok yanımda demekten yoruldum, yoruldum! Anlayın işte ben korktum mutsuz bir adamın kadını olmaktan, bir sabah uyanıp yabancı gibi bakan iki gözle karşılaşmaktan. "Korkma" diyen olmadı, "gitme"yelim diyen de. Belki onun da canı yandı üç saniye uyumadan önce, ama bitti işte yine.
No comments:
Post a Comment