Sunday, February 17, 2008

seyretmek

Miskin, her zamanki gibi karanlık ve her zamankinden farklı olarak bol karlı bir pazar günü ve ailemin şaşmaz değişmez en büyük ritüeli "pazar gazeteleri"... Bu bloga yazacağım ilk postun bu gazetelerin içinden ve Ertuğrul Özkök'ün köşesinden olacağı benim de aklıma pek gelmezdi ama rastlantı tanrısı insanı karşısına ne getiriyorsa o yaşanıyor, biliyorum ve bunu pek de sorgulamıyorum artık. Aslında güzel olan şu: bu garip dünyada yıllardır abartmadan, eksiltmeden, boğmadan, boğuşmadan sevdiğin ve ölmediği sürece gitmeyeceğinden emin olduğun bir insanın gözlerinin de bu gün bir süre aynı yazıda takılı kalmış olması.

yazı da şöyle...



HER ERKEK O BEDELİ ÖDEYECEK

Hangi erkek, hayatının bir gününde, bir anında bunu yaşamamıştır.
Aynanın önünde çırılçıplak, saçlarını arkaya toplayan kadın.
Simone de Beauvoir. Efsane Sartre’ın efsane kadını.
Ve hangi kadın, bir erkeğin ve bir aynanın önünde saçlarını arkadan toplamamıştır.
Önce mi, sonra mı? Yattıktan sonra mı, yoksa kalktıktan sonra mı? Gece yarısı mı, yoksa sabah mı? Ne önemi var.
Hangi kadın aynanın önünde saçlarını toplarken, ona áşık bir erkeğin hayran gözlerini, gövdesinin her santimetrekaresinde hissetmemiştir?
Ve hangi erkek, kadınına o hayran bakışları esirgemiş, o gövde karşısında kaybetme korkusunu yaşamamıştır?
* * *
Nouvel Observateur Dergisi, Simone de Beauvoir’in o muhteşem fotoğrafını yayınladı ve hepimizin şahsi tarih kitapları yeniden açıldı. Şu sayfada onu, bu sayfada yine onu gördük. Hatırladık.
Ama hepimiz, kendi kendimize şu soruyu sorduk. O fotoğrafta güzel, hatta güzelden de öte, harikulade olan şey nedir? Simone de Beauvoir’in gövdesi mi? Bir estet gözüyle bakarsanız, o gövdenin her tarafında defolar bulabilirsiniz. Kadınsanız, kiminiz kendinizden daha güzel, kiminiz daha az güzel bulabilirsiniz. Erkekseniz, kiminiz onu kendi kadınınızdan daha güzel, kiminiz daha az güzel diyebilirsiniz. Aslına bakarsanız, daha doğrusu, öteki fotoğraflarına bakarsanız, Simone de Beauvoir için "Acayip güzel kadın" diyeniniz belki de hiç çıkmaz.
Ama aynanın önünde o duruş var ya...
İşte o duruş, hakikati bütün çırılçıplaklığıyla yüzümüze vuruyor.
Kadını güzel yapan, efsane haline getiren başka şeyler de var. Dedim ya, mesele aynanın önünde öyle durmayı bilmek. O vurdumduymazlık. O kendinden emin olma hali. Ve özellikle de, bir erkeğin nazarlarının üzerinde olduğu hissini, gövdesinin her santimetrekaresinde hissediyor olma şuuru.
Kadının en karşı konulamaz Allah vergisi...
Erkeği ise en mahveden şey.
Hele hele aynanın karşısındaki yatakta yatan erkek Jean-Paul Sartre’sa... "İş İşten Geçti"nin yazarıysa. O kadının kendine güveni, şehvetin de en güçlüsü haline gelir. İki efsaneden tarihi bir narsisizm doğar ve bizi de o hedonizme davet eder.
O aynada görünen kadın ve görünmeyen erkek, bize şu ebedi mesajı iletir. Her kadın ve her erkek, kendi efsanesini, kendi iki kişilik tarikatını yaratır. Öyle bir tarikat ki, her şeyh kendi sırası geldiğinde aynanın karşısına geçer; sonra yerine oturup mürit olur. Her mürit, sonsuz bir aşkla aynanın önünde kendi sırasını bekler. Allah, erkek ve kadını işte bu sırayla yaratır... Kimin şeyh, kimin mürit olduğunun bilinmediği bir sırayla.
* * *
O fotoğraf bana, Titien’in "Urbino Venüsü" tablosunu hatırlattı. Venüs’lerin hepsi güzeldir. Ama Urbino Venüsü bana bambaşka şeyler anlatıyor.
Bazen kendi kendime şu soruyu soruyorum: Kadın gövdesinin üzerinden şehvet tülünü alıp atın, geriye ne kalır? Urbino Venüsü’ne baktıkça o sorunun cevabını kolayca verebiliyorum. Geriye çok şey kalır. Allah’ın insana verdiği en güzel hazlardan biri kalır. Seyretme hazzı...
Ama hiçbir haz bedelsiz değildir. Her erkek, hayranlıkla, tutkuyla seyrettiği o kadın gövdesinin karşısında aynı zamanda dünyanın en büyük korkusunu yaşar. Kaybetme korkusunu...
İşte o yüzden, çırılçıplak saçlarını arkadan toplayan her kadının baktığı her aynanın arabı, erkeğin felaketini aksettirir. Kaybetme korkusu, muazzam hazzın fiyatıdır. Ve her erkek, o fiyatı ödemeye hazırdır...
Aynanın karşısındaki yatakta yatan erkek Jean-Paul Sartre olsa bile...

1 comment:

Emre Sert said...

aşkın içindeki en yoğun belirleyicilerden biri; kaybetme korkusu. Güzelmi çirkinmi ben bilemedim.. Paylaşamamayı sahiplenmekten ayıran çizgi sanırım.. Acı verici, acıyı sevdirici.
Bu korku, akışkan bir katı gibi...