Thursday, November 27, 2008

Now amber

Kasım! Nefret ediyorum senden bir pastırma yazı sıcağın; bir ingiltere pusu yağmurlu sabahların! Oynadın ruhumla bıkmadan. Mahvoldum 30 gününün hepsinde, yüzünü gösterdiğin güneşi ertesi sabah aldın hep benden! Aptalsın! Nolcak! :.(
Tamam biliyorum önün zemheri, bilmediğimi mi sanıyosun biliyorum işte! Hem kış olsun önümüz ne farkeder, kış gecelerinde daha da sıcacık olurum hem ben uyurken, yeterdi benim ısım Aralığına da Ocak, hatta Şubata da. Kalorifer benim kalbim, minicik bir kalorifer niye anlamadın ki?

Nefret ediyorum yağmurundan!!!! Nefret ediyorum!

Yağmur demişken. Bu gün yağmurunun altında kırık şemsiyemle yürürken heyecandan deli gibi çişim geldi aptal Kasım. Çok komiğim değil mi? Evet biliyorum en az senin kadar aptalım hatta. İnsan kırk senelik sevgilisini -sevgili mi, değil mi? çok utanıyorum kendimden- görmeye giderken kramp girer mi midesine. Ne doktor arkadaşlarından birisi ne de o, kimse görmedi ki tepedeki köşeden, uzun uzun, kırlaşmış saçlarını sonra sırtını ve biraz da poposunu seyrettiğimi. Ne o biliyor onu nasıl sevdiğimi, ne sen, ne de annem! Ama neden, neden beraber olamıyoruz, bir anlat, son bi kez daha anlat hadi. Çok mutsuzum Kasım. Çok...

Pamuklara sar dedi, vazgeçti. Çok özledim dedi, vazgeçti. Seviyorum dedi, vazgeçti. Seven insan kadınını ondan uzağa yollar mı hiç bir süre her şey düzelene kadar? Ayrı düşebilir mi ne pahasına olursa olsun değil bir kaç yıl, bir gün bile. Yolladı işte.

Bizi kimse ayırmadı salak Kasım! Hiç bir üçüncü cücenin gücü yetmezdi buna, ben herkesin inadına iyi niyetliliğine, kendi aptallığıma inanıyorum ne kadar acı verse de hala. Sadece herkesin ağzından düşürmediği o korkunç cümleyi duya duya inandık biz de sonumuza, dedikleri gibi "olmazdı bizden ne köy ne kasaba." Acaba??

Şu an bu yazıya bakıp gülüyorum halime. Kimse bu kadar aptal şeyler yazarken ağlayamaz, sinirlerim gevşete, sıktıra sonunda bozuldu galiba. Çok sevdim onu, çok terkedildim. Ama bir gün gelirse yine yarım saatliğine, bu sefer tutup çekemeyecek herkesinkini çektiği gibi saçlarımı işte. Uyuyamıyorum, aptal bir kaç ilaç yetişiyor yastığımla yatağımın yanına. Saat daha çok erken ama uyuyacağım galiba. Seviverseydin ya beni, mesela bir 40 kasımın ait olduğu yıl daha..

Şu an arabana binip gitmekten başka çaren yok, kedi. Şimdi herşey bir kez daha amber rengi..

Tuesday, November 25, 2008

dönerek yanıyorum, hep, hem de her seferinde

Kucaklar dolusu bir yükseklikte uçtuktan sonra kırk katı bir hızla yere çakılmak, yapayalnız kalıp pencereden sigarasını yakışına, telefonunu karıştırışına bakmak. Ağlamak, gözyaşının tadına bakacak kadar çok ağlamak. Gecenin parlak elbisesini katlarken dolabın aynasındaki aksiyle göz göze gelmek, titreyen dudakların sıkıntısını içine çekmek. Seks doldurabilir mi yalnızlıklarımızın cerahatini? Öptüğün yerlerim iyileşir mi?
Onun bunu benimkinden başka odalarda da yaptığını bilmek koymuyor artık, her geçen gün olmaz dediklerimden bir başkasını daha kaybediyorum, paylaşamam dediğim her sakızı paylaşıyorum. Bir saniyecik bile olsun yanımda istiyorsam, hikayesinin minik parçası olmalıyım, başka yolu kalmadı biliyorum.
Hastanenin en şefkatli cerrahi asistanı, internetin sevilesi bekar adamı, kadınların sapkın ama uzak doktoru, babasının ağası, annasının ortanca kuzusu... Herneyse bilmiyorum hiç bilemedim. ilk günden beri sadece aşktı benim için, geri kalanı kendi hikayesi...

Fasülye adamla japon balığı kadının minicik bebeği... neden bilmiyorum zor bir seçimmiş normal hayatın hayali.. o yüzden hiç yok, olmayacak da..

Sırf bu tarihi unutmamak için yazıyorum, ekran gözüme batıyor oysaki. Son bu son diye yalvararak yemin ediyorum bu akşam kendime, ayın 25'i, aylardansa kasım...
....................................

"Sabaha doğru ilerliyor zaman. Bütün gece dönenen bedenim , çarşafı beynim gibi kırıştırdı. İçim yanıyor. Orada, oracıkta, en yakınımda, ranzanın üst katında bir bebek gibi uyuyor. Geçen saatler boyunca niye tartıştığımızı, ne için kavga ettiğimizi unutacak denli kaybolmuş öfkem, yerini onsuzluğun kocaman boşluğuna bıraktı. Dün gece banyoda oturduğumda içeriye girişini, kucağıma oturuşunu, saçımı sabunlayışını hatırlıyorum. Bu denli cinsellikten arınmış bir çıplaklık olabilir mi? Şimdi o, ranzanın üstünde, elimi uzatsam dokunabilirim. Beni karşılaştırdığı o ikinci çıplaklığımlayım. Beni elbiselerimden soyan o kadınların gördüklerinin çok altında, yeni ve başka bir çıplaklık. Ürperiyorum. Benden habersiz derin nefesler alıyor göğsüm. Yataktan kalkıyorum, ranzanın üst katında saçlarını görüyorum, minicik dokunuyorum, hafifçe sesleniyorum. Dönüp bakıyor ağlamaktan şişmiş gözleriyle. Kollarımı yukarıya ona kaldırıyorum.’’Kucak kucak’’ diye fısıldıyorum. Bana doğru atlıyor, kollrını boynuma doluyor. Bedeninin ağırlığını hissetmiyorum bile.’’ Böyle ölünebilir işte’’ diye geçiyor içimden, ‘’hatta böyle ölünmeli, bu anın üzerine hiçbir şey eklenmemeli’’. Bal rengi gözlerine bakıyorum, kirpiklerine dokunuyorum. Ağlıyoruz, gözyaşlarını içiyorum.

Neden olamadığımızı hiçbir zaman bilemedim, belki bilmek istemedim. Sanırım o benim gibi yaşamadı beni, o anlatsa başka anlatırdı belki herşeyi. Bana yalancı derdiniz. Oysa insan kendine yalan söyleyemiyor, bildiğim tek şey benim böyle yaşadığım olan biteni. Sonuçta olmadı, olamadık. Ve o çıplaklık da bir daha olmadı. Kimse beni o kadar soyamadı ve ben aslında hep giyinik olduğumu bile bile seviştim ondan sonra.

Bazen ‘’ o yok muydu?’’ diye düşünüyorum. Belki hepsini ben ekledim ona, onda gördüklerimin, onda hissettiklerimin. Bir bildiğim bunun yaşam içi bir şey olmadığı. Bu ancak ölüm veya sonrasına ait bir deneyim olabilirdi. Bir insan ancak tanrıysı
yla bunu yaşayabilir belki de.

Bırakıp gittiğinde, bırakıp gittiğimde neyi kaybettiğimizi anlamış mıydık? Onu bilmiyorum, ben anlamıştım. Hatta o anladığım şeyden kaçmıştım belki de. Çıplaklığımdan, çıldırçıplaklığımdan ve bu nedenle çıldırabileceğimden korkmuştum sanırım.

İki ayrı olasılık var şimdi ve ikisi de beynimi yiyor. Onun bütün olanları hiç de benim gibi görmediği, hissetmediği, yaşamadığı hatta hatırlamadığı duygusu dayanılmaz geliyor. İkinci olasılıksa aynı benim gibi yaşayıp hatırladığı her şeyi. Bu beni o meş’um çıplaklığımla gördüğü ve unutamadığı anlamına geliyor ki, aynı derecede acı veriyor ruhuma.

BeNi unutma ve hatırlama saKın... "


Monday, November 24, 2008

punk is not ded!



"Dinle,
Ahlak dersi vermeyi sevmem, ama sana her zaman yardımcı olacak bir kaç öğüt vereceğim.
Hayatta karşına pek çok aptal çıkacak. Eğer seni incitirlerse, kendi kendine onları kötülük yapmaya itenin kendi aptallıkları olduğunu söyle, böylece onların kötülüklerine cevap vermekten kurtulabilirsin. Çünkü dünyada kin ve intikamdan daha kötü bir şey yoktur.
Ve ne olursa olsun kendine karşı daima dürüst ol."

Tuesday, November 18, 2008

yunan tanrıları kadar tapılası

Yağmur durmuş, hava kararmış, yol geniş ve uzun boylu boyunca...
Araba sürmeyi seviyorum ben, bayılıyorum hatta. Ön camdan gördüğüm dünyayı, farların sadece ileriyi beyaz geriyi kırmızı aydınlatmasını, radyo eşliğinde hayat memat kararları alıp alıp bozmayı da. Arbada öpüşmeyi, sevmeyi, gülümseyen bir dudak kenarıyla sigara içmeyi hatta. O adamı düşünmeyi tabii bir de.
Çok eğleniyorum şu an içten içe, sevdiğim şeyleri hissettiğimde tüyler kadar hafif bir uyku kaplıyo içimi. Ben tüy olmalıyım sen külçe, ezilmeliyim ağırlığınca, daha da aşık olmalıyım sana, ölmeliyim uğrunda, delirmeliyim yolunda.
Aşığım.. Ötesi yok, ya da boş..
Bir mythosta yaşıyorum, mythos dünyada, dünya da arabamın minicik torpidosunda.

Monday, November 17, 2008

Son umut da hoşça-kaldı

Bir kadının hayatını düşündüm Kadıköy-Beşiktaş vapuru boyunca. Öldüğü o şehri bilmediğim için sevdiği adamla geldiği yıllar önceki Istanbul'u düşünmeye çalıştım kıyılara bakarak. Onun hikayesini baştan sona yazamayacağım buraya, benden daha güzel anlatırdı kendi aşkını çünkü, dinleyebilseydim keşke... Benim yazdıklarım yaklaşamayacak biliyorum, onun Kinyas'ına duyduğu tek bir duyguya.

Tek bi şey yankılanıp durdu içimde, son deliriş anı. Her şeyin ellerinden kaydığı, yitip sonsuzluğa gittiği son yıllarında çatıda dönerek nasıl dans ettiği.
O an dünyaya ait tek bi şey düşünmediğine eminim, kafasında onların tek birine bile yer olmadığına. Ne doğuramadığı çocuklarını ne ismini sokaklarda bağırabilecek kadar mutlu olabileceği adamı kendi kendine yaşamış olmasını ne de yalnız yatağını düşünmüştir. Kadın beyni ona sevdiği adamla geçirdiği sadece güzel anların hatırasını düşünme izni vermiştir. Gözlerini düşünmüştür, konuşurken ellerini oynatmasını, dudaklarını, biçimli vucudunun uykuya teslim olduğu anları, kokusunu evet en çok da baharın tüm kokularını bastıran güzel kokusunu.

Dizlerinin üzerine düşürüp bağıra bağıra ağlatıyorum seni Victoria. Belki sen sakince dans edip sonra sokaktaki çocuklara el sallayacak kadar sonsuz bir aşka sahiptin. Yüzünü görmeyi çok isterdim. Sanki bir kez görsem gözlerinin nasıl baktığını dünyaya rahatlayacak içimdeki aşk, seninkinin dizleri dibine yatırıp, bırakacağım sonsuzluğa.
Bana bir kaç şey öğret, yalvarırım bir kaç küçük şey. Nasıl bekledin sevdiğin adamın ırağında ömrünce, yıllarca. Hiç tahmin eder miydin acaba yıllar yıllar sonra minicik bir kadının seni düşünerek uyuyacağını bazı günler yatağında. Öyle sanıyorlar ama benzetmiyorum kendimi sana, yaklaşamam senin güçlü umuduna, büyük aşkına.. Bekledim ben de. Sevilmeksizin, öpülmeksizin, korka korka bekledim, gel der diye. Demeyecekmiş. Bitmişiz ve yitmişiz biz öyle söylüyor telefonlarda.

Canım yanıyo Victoria, duramam ki ben buralarda. Onun kurduğu evin yakınında, yamacında. Kaçmak istiyorum bu şehirden bir başıma. Istanbul gidip gelirken alışmaya çalışıyorum sana, al günü geldiğinde beni de kalabalığına.

Friday, November 14, 2008

anne, Istanbul ve adam

Karanlık sabahlara uyanıyorum yine... Kalın perdelerimi kapatmaksızın uyumayı seviyorum ben, yanımda sevidiğim adamla uyumadığım sabahlarda güneş dürtsün göz kapaklarımı ve yalnız yatağımdan erkenden sıyırsın beni diye. Ama güneş de doğmuyo sanki günlerdir. Kaçtı o da benden.

Sanırım yapayalnızım.

Ev hasta. Annesi hasta olan evler hastadır, yaşamayan bilemez bunu. Baba her sabah tüm dinçliğiyle kalksa da, küçük kardeş gençliğiyle odasında soluk alsa da, bunu yazan tekerlek gibi yokuş aşağı yuvarlanıp yuvarlanıp dik dursa da, anne yatıyorsa gözleri kapalı bir köşede o ev kararır. Yaşamak gelmez içinizden içinde. Kaçamazsınız da, bakamazsınız da. Sağlığınızdan bi demet yapıp, afilli bi kurdeleyle, hediye edebilseniz yada ömrünüzden ömür verebilseniz kadınınıza. Veremezsiniz. Can vereniniz en büyük acınızdır kimseye söyleyemezsiniz.

Sanırım yapayalnızım.

Kaçıyorum her hafta sonu bu şehirden. Uyuyamadığım otobüslerde, kulağımda müzik ve beynimde binlerce cinimle. Kaçmak için değil daha da kalmak için gidiyorum. Delirdiğimi düşünüyorum bazen yol yorgunu sabahlarımda ve binlerce küfür ediyorum kendime, yorgun ayaklarıma ettiğim işkenceye. Istanbula iniyorum sonra. Evimin, yatağımın, kimsemin olmadığı kocaman dünyaya. Koşarak mutfağıma kaçıyorum hemen. Fıstık yeşili önlüğümü geçiriyorum üzerime. Kokluyorum. Yağ, un, şeker ve baharatların kokusu. Elim hamura değiyor az sonra. Unutuyorum, unuttuğumu bile farketmeden herşeyi. Bir kaç saatcik tabii sadece.

Sanırım yapayalnızım.

Umudum bitti benim, ilk defa itiraf ettim bunu herkese. Korkuya inancım sevgiye inancımdan daha fazla artık nedense. Korkuyorum bi daha hiç sevilmeyeceğimden. İstenmeyeceğimden değil ama "sevilmeyeceğimden". Kadın olmak değil kedi olmak istiyorum. Sarılınıp sımsıcak, uzun uzun uyumak güneşin kalın perdelerin arkasında doğduğu sabahlarda. Özlediğim huzur için canımı verebilirim ama beş para etmiyor bu günlerde. Küçücük fıçıcık içi dolu turşucuk bi evim olsun, kendimden büyük bi pencerenin arkasında kitap okuyayım ve hiç horlamayan adam karşımda uyusun battaniyesinin içinde. Bu minicik hayal bile çok uzaktaysa, ne gibi bir umuttan bahsedilebilir ki sevilmeye dair içimde.

Evet yapayalnızım.

Tuesday, November 11, 2008

Çok utanıyorum

Kimse bunu yaşamasın, bunu bana yaşatan bile.

Herşeyi anlatabilir misiniz sevdiklerinize, dertlerinizi, kızgınlıklarınızı, kırgınlıklarınızı bir votka ya da türk kahvesi eşliğinde? Bunu anlatamazsınız bile işte.

Hakaretin ötesinde, rezil olmanın en dibinde, kör bıçakla bıçaklanmanın bile ilerisinde bi şey bu.

Madem beceremedim en sevdiğim şeyi bile, madem kotaramıyorum yaşamayı al beni tanrım nolur yanına, bilmiyorum işte hayatın hiç bir kuralını.

Kimse böylesine aşağılanamaz ki, kimse bunu haketmez ki..

Bunu bana yaşatan bile.

Geri dur! Sana benzeyen tüm kadınlar ve tüm erkeklerle beraber geri dur! sakın sakın yaklaşmayın. Sakın bana bi daha yaklaşmayın!

Utanıyorum..

Monday, November 10, 2008

kurşunun değdiği yerde heves kalmıştır

Sen "ah" etmezsin ki. Ne dua etmeyi bilirsin tanrıya, ne de bed-dua. Neydi peki dün gece uyumadan yaptığın o lanetleme ayini? bilmediğin ne menem bir kadın çıktı içinden senin öyle?
Nasıl da istedin değil mi ilk kez öldüğünü görmeyi, bir daha aldığı her nefeste acıtmasın diye bedenini. Ölsün ve kimseyle flört edemesin, kimsenin içine giremesin, aldatamasın artık diye bir de değil mi? Ölsün ve bencilce seni onlarca kez terk edemesin, bir kere gitsin ve toprağın olsun diye değil mi?

Gece beynini kusarak sızdın yatakta. Sabah kusmuğun içinde uyandın. Bir hafta içinde aynı insan tarafından tam üç kere terkedilebilmiş aptal aşık bir kadıNın bir sonraki pazartesisiydi uyandığın o sabah. Yeni bir haftanın ilk güneşi. Saat 6 sanırım. Güneş havayı ısıtmasa da aldırmıyor parlıyor yine de. Çok mağrur. Kafamda ki şarkı ise her şeyi anlatıyor gibi..


beni artık kimseler aramasın
aşkın en tabanında yattığım anlaşılmasın

korkunçtur yalnızlığımız
bir oyun oynanır oyalanırız
orman değiliz artık
millî parkız



aşkın en tabanındaki kadın korkunçtur bilirim. İki şekle girer:

ya kapanır, büzüşür içine

ya da bikinilerini giyer kışın en soğuk gecesinde.


Fanusumu kaldırıyorum artık, gören durmasın alsın kendine ya da parmağımla işaretlediğim gelsin yamacıma. Var, hepinize yer var bomboş uğuldayan içimde. Bu sabah dokuz buçukta arabasından tüm güveniyle inen çocuk, ya da içinde ben diye bir gerçek kalan hepiniz, ya da bir diğeri. Çok eğlenicez bekleyin!

Wednesday, November 5, 2008

terkedildin yine.. yine..

kasımın ilk haftası ikibinsekiz. bu tarihi hiç bir zaman unutma. o aptal beynin sana her şeyi unutturuyor biliyorum ama neyi unutursan unut bu günü unutma! temizle onu her yerden önce görünürden, atılacak çöpleri at, arabanı yıkat. telefonu ezberinde biliyorum ama sil ve üstüne 3 vakit say 1 2 3 kaybolacaktır numaralar yıllar sonra. ulaşma. farzet ki öldü ve yırtınsan da sokmuyorlar seni o mezarın içine, bırakın sarılayım diye ağlıyorsun ama bi avuç toprak veriyorlar eline. vermedin mi toprağa sevdiklerini, hatırlasana tam da öyle işte.. internet kabusun biliyorum, yumuşak karnın, ama geçecek, çocuk oyuncağı sitelerden sıkılacak bir gün elbet herkes. kendini aldatanlarla, umursamadıkları tüm aptallarla arkadaş gibi görünürken seni sileni sil sen de her yerden.. korkma sil ne kaybedersin ki, baksana 300 "arka"daşından hangisisin ki?? komik ama hiç birisi..

hatırla bu günü ve bu haftayı.. döktüğün bütün göz yaşlarını, sana nasıl bağırdığını, aslında ne kadar değersiz olduğunu hatırla. çocuk gibi oynayıp oynayıp sürekli oyunun en güzel yerinde nasıl terkettiğini hatırla. biliyorum tam yeniden sevgilim demek istediğin, yüzünü öpmek istediğin bi akşam gitti yine.. biliyorum beynin almıyo yine.. ama anlayamasan da unutma yanın olamadı, destek çıkamadı, düştüğünü göre göre eline uzatmadı.. enkazsın sen dedi o kadar.. çırpındıkça batacağını bildiği kadınını, çırpındıkça bir el aramamayı öğrensin diye belki kendi bataklığında bıraktı.



ağla şimdi, denizler göller kadar ağla ama sustuğunda hatırla terkedilişini. koy içine ve hep hatırla.





"ben fasulye tanesiyim şehirli kadınım, çok incittiler beni, çok örselediler, topraklara gömme açıp meyvemi veremem orada. pencerenin pervazındaki saksıya, pamuklara ek beni. sabah akşam kokla, öp tamam mı? boynumu öp, pamuklara sardığın kan sızan boynumu. filiz vereceğim orada tam her sabah güneşin sana doğduğu camın arkasında. yeşillerim çıksın biraz sabret, yavaş yavaş seveceğim gözlerini, tenini.

ben fasülye tanesiyim şehirli kadınım. ek beni. böyle güçlü göründüğüme bakma düşüyorum, tüm gücünle tut beni.."