Wednesday, January 28, 2009

Oğul

Eminim hep daha kötüsü vardır ama tek bir gecesinde rahat uyutmayacak, babama kurban etleri dağıttıracak, annemi daha da yaşlandıracak bir Ocakmış bu, yeni yılın ilk ayı. Ters döndü, amuda kalktı hayatım. Cebimdekiler yere düştü teker teker. Bu gün birine sarılmak sarılarak susmak geçti içimden. Tek kelime konuşmadan koklamak... Deve kuşlarının kafalarını gömmeleri kadar doğal bir şekilde ihtiyacım var yanımdaki kucağa gömülmeye. Yalnızlar kraliçesi değilim artık. Aşkım başka kadınların yaşlarıyla kirlendi. Koklayamıyorum bile onu. Sen gel. Çok seveceğim, çok sarılacağım, çok öpeceğim geldiğinde. Sıkılmazsın değil mi?..


Monday, January 26, 2009

kadın

En yakınım, canım, yol arkadaşım olan kadınım PeGem dışında kimselere hayatımla nasıl dalga geçilebildiğinden, sevdiğimde ne kadar savunmasız olabileceğimden, acılarımdan bahsetmiyorum artık. Bu bir karar değildi sonradan farkettim konuşmadığımı. İçim kendini dış dünyadan gizlemeyi, yaralarını, yanlışlarını göstermemeyi öğreniyor yaşlandıkça belki de. Aylardan sonra tüm yorgunluğumu inanılmaz güzel havasıyla alan caanım Istanbul'dan mı yoksa mens durumlarından mı bilemem ama konuştum ilk kez. Konuşturdum da. Yeni tanıdığım ve iyi ki tanımışım dediğim bir diğer kadını... O da kendinden habersiz ettiği yeminini bozmuştu belli ki, bi kaç fotoğraf gösterdi biraz isteksiz, buruk, sıkılgan. 10 sene boyunca (dönerek) durmuş ve tam 10 ay önce ben buyum aslında hep buydum diyerek gitmiş esmer bir adam vardı fotoğraflarda, saçları geriye doğru taranmış, gözler objektife çevrili. Ve bir kadın yanında, kafası adamın durduğu düzleme doğru yatık hep, omzunda ya da yanaklarında başı, bakışları. Adam dünyanın, kadın adamın sevgilisi. Anlamak, görmek sıktı içimi. Bitmiş yanlışlıklardan bahsetmek başlıbaşına yanlıştı ve bir saat konuşmak bile fazlaydı. Mutfağa gidip iki güzel tost ve bir kahve yaptık birbirimize önce, televizyona ve çalışmayan kumandaya sinirlenip yorgunluktan sızdık sonra da.

Bu gün bir mesaj geldi telefonuma "V. evlenmiş. Nette bir kadının gözünün içine bakan nikah fotoğraflarını gördüm..." yazıyordu. İçimde hissettim sıkıntısını, gizli acısını, nasıl aşağılanmış hissettiğini. Böyle söylemedim tabii, arayıp siktiretmesini söyleyiverdim sadece. Bir tek bana söylemek istemişti o an, çünkü havaya bağırmak kadar basitti bana söylemek, söylerken nefessiz kalana kadar ağlamak. Yargısız, sorgusuz...

Ölüp bitmemişti evlenmek için, senelerce sadece sevdiği adamın yanında uyanmak mutluluğuydu evlenmek onun için. Biliyordu basitliğiyle aşkını da basitleştirecekti evlilik ama aşık olduğu adamın yanı olacaktı her yaşadığı gün böylece. Bir gün gittiğinde adam, tek bir kelime bile etmedi, eli telefona sadece kayıtlı telefonunu silmek için gitmişti . Domuzum diyordu, oysa ki artık 35 yaşında kabuğuna çekilmiş minicik bir kadındı o kadar. Adam gitmişti, on senelik kocaman bir hatıra defteri kalmıştı o kadar. Şimdi 40'a 5 vardı ve seneler şaşırtıcı bir hızla akıveriyordu işte. Bir şeylere son kez veda edip bilgisayarı ağlayarak, paramparça ve kırık kapattı bu sefer.


Bazen bazı insanlarla aynı senede, aynı şehirde, aynı sosyal olanaklar içinde doğmasanız da O'sunuzdur. Görür görmez seçersiniz birbirinizi, sonra acılarınızı ya da aşklarınızı, deliliklerinizi, huzurunuzu anlattıkça sağlamasını yaparsınız sadece bu benzerliğin. Bu son, basit ama mide bulandırıcı örnek bile farketmemi sağladı olası berbat sonumuzu. Kocaman gözlerimi daha da açtım ve fotoğraflarımıza baktım, aşkla bakan gözlerime ve onun sürekli "paylaştığım" objektife çevrili gözlerine. Korktum. Doyumsuz erkek söylemleriyle taçlandırdığı, terkettiği, içine alamadığı ilişkimizi, sımsıkı sarılamadığı bedenimi düşündüm.
Gitmesine izin vereceğim bu sefer.

Friday, January 23, 2009

n'olamazz

Hayatımın en güzel günlerinden birinde sırt üstü düşerek feci şekilde yere yapıştım.
Önce mutluluk sonra acııı! Ey hayat söyle bana nedir bu sancııı?
;)

pisht, biliyo musun Tarih Tekerrür'e aşıkmış!

Salıncak
Bu sadece hayat, oyuncak bir sarkaç falan değil ki. Bir adamın ellerine alıp, vücuduna, sıcak göğsüne bastırıp, umutlandırdığı, kelimelerle hayalden bir ev yarattığı sonra avuç içleriyle ileriye doğru savurup boşlukta süzülürken bana
— güçlü oool hadi göreyim seniii
Diye bağırdığı şey benim hayatım, basit ve sakin, sıradan hayatım.

Çocukken birbirimizi sallardık salıncaklarda. Sallayan daha güzel savrulsun diye güzelce kendine çekerdi oturduğun salıncağı önce, sonra tüm gücüyle iter süzülüşünü izlerdi. Herkese çok güzel gelirdi böyle saatlerce havada uçuşmak, ben nefret ederdim. Çok sallanırsan başım döner kusardım zaten. Sevimsiz bir oyuncaktı bu. Keşke döne döne kayılan kaydıraktan inip sallansaydım ben de, sırtımda arkadaşımın sıcak ellerini hissedip sonra bi anda savrulmayı öğrenseydim daha yaşım küçükken. Şimdi kusmazdım belki.

Sorsam uzun boylu, esmer yâr’e der ki

— sen öyle sanmıştın, ben seni hiç vücuduma bastırmadım, hayaller kurduracak tekbir şey yapmadım, sormadım, sorgulamadım, sadece bir şekilde yanındaydım. Seviştik tamam ama arada senin vücudunu koklamak da benim ihtiyacım. Yanlış anlamışsın be kuzu, ben feysbukumda yazdığım gibi gayet single bir adamım. Dışarıda arkadaşlarım var bazısı doktor bazısı liseden tanıdıklarım. Çıkar eğlenir sonra sıkılır bir-buçuk kişilik yatağımda dilediğimce yayılarak yalnız yatarım. Kadınlar var evet, bazısı salak bazısı akıllı ama onlarla sadece istediğimi yaparım, bazısıyla öylesine konuşarak flört eder bazısıyla hayvanlarımı doyurur, arada sırada ararım. Yıllar sonra keşfettiğim yalnız huzuruma senin kadın hallerini bulaştırmayacak kadar akıllı ve hoyratım. Bana müsaade; arada arar sorarım. Seni sevdim, çok sevdim ama gerçekte var olamazdık, ben böyle bildim bununla yaşarım.

Bu kadar kararlılık karşısında sadece susarım ben de. Ne gevezeliğim kalır ne elimdeki bi kaç güzel sevilesi oyuncağım. Avuçlarım kapanır içine, bir süre ağlarım; sonra düşünür keskin cümlelerini içinden cımbızla ayıklar; bebeğimle ve diğer kadınlarla ilgili söylediklerini unutmaya çalışır, öylece yaşar dururum işte. Konuşmak saçma, sürekli ağlamak, mızmızlanmak da; çünkü bilerek yaklaştım onun yanına her seferinde. Bilerek verdim eline kalbimi, camdan hayatımı. Ben salak değilim, ya da o benden zorla almadı beni. Ben koydum önüne kendi varlığımı. Severek, görerek ve aşkla isteyerek koydum. Ama artık berbat bi hal aldı tüm bunlar. Ne bedenim kaldı ezilmeyen ne ruhum altında. Ne benden ne de kendinden vazgeçemezken o benim de bir anadan doğduğumu unuttu. İnsan olduğumu, kadın olduğumu, her şeyi... Bilmiyor güçlü olmak için değil mutlu olmak için onu istediğimi. Bilmiyor onca kadından ne kadar güçlü olduğumu. İnadımı, tüm yaşadığımız şeylere rağmen güzel şeylere inancını yitirmeyen bir saftirik olduğumu. Kesinlikle bilmiyor "seni seviyorum'un" ne kadar kutsal, dönüp sırtını gidilemeyecek bırakılamayacak kadar bulunmaz olduğunu. Bilmiyor mu gerçekten bazen her hale girebileceğini insanoğlunun. Pamuklara saran ellerin de bir gün serin sulara, sarmalanmaya muhtaç olabileceğini. Bilmiyor demek ki ya da bile bile kalmıyor, öylece gidiyor. Beni nasıl da salladığını ipin ucunda ve nasıl sarstığını görüyor ama napalım ben de buyum şekerim diyor. Yaklaşmasaydı, zorladım mı, hayır! Hayal kurmasa umutlanmasaydı değiştim dedim mi, sanmam! Beraber miydik, daha neler!

Sevdiğiniz birinden tiksindiniz mi hiç, hem de canınızı verecek kadar sevdiğiniz birinden. Aynaya baktım. Gözlerime. İnanmıyorum artık sonsuza kadar aşkla ve birbirini “her haliyle” seven insanların olduğu mitoslara. Yanyana durabilmek bu kadar zor olmamalı. İnancımı elimden aldı o benim, sevip sevip sonra ellinin tersiyle ittiği bedenimi, saygımı, değerlerimi, kıymetlim olan her şeyi. Parmaklarıma bakıyorum, bekâretini kaybetmiş parmaklarıma bomboş ve yaralı. Avuçlarım acıyo, kirpiklerimin dipleri, dudaklarım... Onları hep yanıbaşında istemeyen birini özlememeyi öğrenecekler. Önce kısacık bir sürecik nefrete, sonra boşluğa dönüşecek her şey. Sonra bu günkü gibi marmelatlı bir kurabiye yapacağım yine bir başka pazar günü. Olsa da yeseydi demeyecek bu sefer içim, ilk sevgilimi yolda görse hatırlamayacak olan süper unutkan beynim son sevgilim için de yanmıyor olacak. Yazık olacak. Ne ayıp...

11.01.09
Ankara

Thursday, January 15, 2009

:( :\ :?

O kadar kötü ki ruhum, içim, bedenim; daha iyi rol yapmalı daha içimden gülmeye çalışmalıyım. Hayat devam ediyo işte, bak herkesin keyfi yerinde. Olmamsam da ben de öyle görünmeli, görünemesemde çabalamalım. Şimdi.

Wednesday, January 14, 2009

Bıraktım. Gideceğim. Orada bir yerde yeni bir hayat var. Olmalı. Terketmeyen ya da mahvetmeyen. Doymuş.

Monday, January 12, 2009

uyku

Gün içinde bazen kendimi ellerimi hissetmezken yakalıyorum, morarmış, üşümüş oluyorlar baktığımda. Yere düşecekmişim gibi dönüyor başım. Dizlerim titriyor. Gözlerimi kapatıyorum, biliyorum derin bir nefes almam gerekiyor ama üşeniyorum, istemiyorum. Geceleri hiç şaşmıyor. 03:16 da sıçrayarak uyanıyorum. Ağlıyorum, yatak batıyor, yorgan ağırlaşıyor, terliyorum soğuk soğuk. Elimi telefona atıyorum sıfır mesaj, sıfır cevapsız arama. Rehber, K, arama tuşu, saçmalama saat sabahın dördü. Kelimeler geçiyor boğazımdan beynime. Boşver üzme kimseyi, gel desen gelinmez bir uzaklıktasın zaten, ne gerek var. Pencereden soğuk Ankara'ya bakıyorum saatlerce donuk, donmuş. Gözümün önünden gitmiyor sol ayağını arabanın önüne atışın. Biliyorum yaşayacaksın ama içim acıyor. Hiç tanışmasaydık hiç karşılaşmasaydı keşke acıklı kaderlerimiz.

Yalnızım derken bin kez daha düşünüyorum artık, değilmişim çünkü. Çok düşündüm: ya bilmediğim bir ülkede ya da şehirde kimsesiz kalsaydım o polis adamların içinde. Dayanılır mıydı buna da acaba. Sanmam. Sevdiğim vardı ilk gördüğüm, yaptığı her şey dünyaya değer. Olmasa ölürdü o beden belki de. Unutulmaz bir şey bu, ömürlük bir huzur. Arkadaşlarım vardı, gözleri gözümün içinde. Ailem. İş arkadaşlarım. Hepsi benden çok düşünüyordu beni o gün. Seviyorum, öyle çok seviyorum ki herbirini.

Geceleri tek başınasın hayatla yine de. Bazen benimkiden büyük bir el olsun istiyorum göbeğimin tam üstünde uyurken, uyusun o da yanımda, deri derin uyusun hatta. Baktığımda saçlarına ya da suratına gülümsetip yeniden kıpırdatsın içimi ve belki daha mutlu değil ama daha güzel kalsın hayat diye. Olmuyor ama, kolay şeyler istediğini düşünen herkesin şaşkın üzüntüsünü yaşıyorum bazen. İstediğim hiç de basit değil çünkü, ben koskoca bir insan istiyorum. İnsandan bahsediyoruz: tamamen farklı, kendi beyni ve duyguları, istekleri, karşısındakinden bağımsız hatıraları olan yetmiş kiloluk bir canlıdan. Hayatının benimkine halatlarla bağlamasından... Hem de taraflardan biri ölene, böylece havadaki bir buluta yazılmış anlaşma feshedilene dek. Masallarda olur ancak bu, kabul ediyorum.

Mızmızlanmayacağım. Çaktırmadan özleyeceğim sadece, hayalimdeki masalı ve geçmişteki adamımı. Neden böyle sevdiğimi anlayamayacak kimse, anlatmayacağım. Neresini sevdiğimi bilmeyecek o bile, cevabı çok basit olsa da. Yaşayacağım bir şekilde. Güleceğim ağız dolusu ya da zırlayacagım her PMS de. Neyse o işte.

İyi geceler, uyu lütfen bu gece.

Thursday, January 8, 2009

...

Yazabilecek gibi değilim, uyuyabilecek gibi hiç değilim, kırpamıyorum gözümü. Yazıyorum şimdi ama her an silebilirim.

Dün ve bu güne benzer değildi ömrümde hiç bir günüm. Gördüklerim, yaşadıklarım duyduklarım daha önceden hiç görmediklerim, yaşamadıklarım...

Ses, hayır olmamalıydı, yerdeki beden, kapalı gözler, yaşlı bir kadın ve celladı ben.

Lacivert montlar, donmuş ayak parmaklarım, konuşmak istemiyorum, o benim nişanlım, yanmayan kalorifer, küçücük oda, birbirini tanımayan tanıdık yüzler, ortak noktaları ben.

Soğuk Ankara gecesi, sidik kokan erkekler tuvaleti, battaniye, kanepe, sevilen beden, yorgun, hepsi yorgun, yoran ben.

Korkuyorum it gibi korkuyorum benim olmayan ölümden. Dursa ya hayat! Ya da vazgeçtim biraz hızlansa ya zaman. Ama hızlanırsa hayat devam eder. Peki ben neresinde kalmıştım hayatın?

Sabah doğuyor. Dedikleri gibi her sabah her yeni gün değil sadece gecenin aydınlık bir devamı.

Pis bir aydınlık, güneş var herhalde hava güzel, oda hala pis ve başım öyle ağrıyor ki. Tutanaklar, imzala, yürü git muayene ol, soru cevapla, koridorları geç sağa dön, ağlama. 5234572 numaralı fotoğrafa gülümse, parmaklarını ver, koca parmaklarımın arasında tuttuğum küçük parmağın çok küçük; izi sığmıyor veri tabanına.

Hadi git, öğleden sonra oyun oynayacağız yine aynı koridorlarda, B Rh+ kan on çuval da olsa yetmiyor belki tanıyamadığın kurbanına.

Çok yaşlıydı, çok minikti bedenin kocaman asfaltta, korkuyorum senden, açıp gözüme dikemediğin gözlerinden, ufacık bedeninden çıkan sesten. Öleme...

Nefes alamıyorum, hiç de anlamlı yazamıyorum, kimselere anlatamıyorum, aslında uyuyamıyorum, çok yalnızım yatağımda, çok korkuyorum.

Friday, January 2, 2009

kar

Yol upuzun bir halat olup boynuma dolanıyor bu gece.
Biri beni şarja taksın lütfenn..