Thursday, October 29, 2009

fin.

Her şeyin bir ömrü vardır. Sonsuzluk sadece masallarda, küçük hikayelerde, ninnilerde... Bir dönem daha bitti: uğurladım her şeyi uzun zaman önce hayatımdan uzağa. Kalsın hepsi sağlıcakla.

Şimdi de, en son olarak, sıra arka arkaya sıralanmış bu yazılara geldi. Bloglar da kitaplar gibi, bir arka kapağı mutlaka olmalı.

Sakinliğini hep sevdim Leyla'nın. Tamam itiraf ediyorum, minik hüzünlerini de. Şimdi "bit", bir gün nasılolsa karşılaşacağız yine.
Güle güle..

Thursday, June 25, 2009

dışımın dışı

Kimseye söylemem ben bazı şeyleri.. Kimseye. Herkes "pervasız, patavatsız, yalansızdır o kaçırır bir kelime şimdi" der yüzüme bakarken ama susarım. En çok da çok konuşurken dilsizleşir içim. Şimdi yine kelimeler manasız ve boşa. Konuşmak, yazmak fazla. Herkes ne çok konuşuyor, sakat kolları için bile methiyeler düzüyorlar kendilerine. Ben yok'u bilirim. Ben burdayken yok'ta olanı. Aslında bu kadar basittir denklemler bazen. Bu gün saçlarımı okşamıyorsa bu taşı sıksa suyundan deniz yapan el. Bu günü aklımdan savuşturup yarını düşünürken yine yok olacağını biliyorsam, yada bir uğrayıp gideceğini, işte o zaman var olan sadece yaşlı bir kadının suratına bakarak içine düşeceğin suskunluktur.

Anneannem'e..

Sunday, June 14, 2009

ağlarken yazdığı şeyleri sonra silmeli insan..

Küçük bir balıksın biliyorsun. Okyanus balıkları gibi en göz alıcı renklerden derin, pulların. İnsanlar koca gözlerinde ışığı görüyor hala.

İçinde yüzdüğün suyun seni hırpalıyor biliyorum. Mutsuz durma, çirkinleşme.

Bir deniz uyandığında sabaha gözlerine bakıp ne güzel hala benim sularımdasın gel şöyle koynuma diyecek kadar sevmeli seni. Güldürmeli içini. 3 saniye biliyorsun, sadece 3 saniye gözlerini yummak yetecek bunu sana hiç yapmadığını unutman için. Fırtınalı gök yüzüne kardeşliği günahını vebalini boynundan atması için yeterli sebebidir okyanusun. Boşver günah yok, pişmanlık ya da üzüntü de.

Sen iyi misin diye sormaz pek kimse. En yakının, bazen annen bile. Dans et iyiyimişsin gibi sen, en güzel eteğinle.

Friday, June 12, 2009

O

Çok güzel bi yaz gecesi var dışarıda. En sevdiğim parfüme buladım vücudumu bu akşam. Çok tatlı bi yorgunluk var kollarımda, ayaklarımda, bileklerimde, tırnaklarımda. Canım dediğimi hissediyorum, evet tam orada bi yerde hala..

Şimdi bu kapının önündeki benim. Tek, sakin, sade, öylece..

Anahtarı çevirirken kilidin içinde yavaşça, yanımda olsaydı ya. Papuçlarımı çıkarsam sonra, çantamı öylece koridora bir köşeye fırlatsam. İki soğuk bira açsam ve üçlü koltuğun karşısında bir televizyon olsa. Sızarak uyuyuşunu, ayaklarını sürerek yatağa gidişini izlesem arkasından. Ve bütün takırdayan camları kapatıp, televizyonu susturup yanına gelip kıvrılsam cumartesi sabahını karşılamaya.. Keşke bu gecem ve bu sabahım onun olsa, sonsuz olsa.

Thursday, May 28, 2009

Firuze

Yanımdan geçerken kokusunu aldın tenimden biliyorum. Yalnızlığım kesif kokar evet. Buram buram baharatlı bir parfüm gibi.
Yanımdan geçerken hiç görmediğin gibi gördün beni biliyorum. Yalnızken daha güzelimdir çünkü. Zayıflarım birazcık belim oyuklaşır. Çok uyuduğum içindir ki yüzüm daha bir parlak, cildim pürüzsüz olur her tek kalışımda. Ruj sürerim silindikçe belli olmasın diye gülmediğim. Küveti doldurur içine yatarım yumuşasın diye lime lime olmuş etlerim.
Yanımdan geçerken farkettin beni biliyorum. Sordun, teyitleştin, rahatladın nedense. Davet bekliyorsun, şimdilik naziksin. Gel buyur otur da benim inancım kalmadı ki yaşadığım bunca yalandan sonra doğru olana. Gülüyorum delirmiş gibi karşımda konuştuğunda sana vereceğim cevaba. 10 yıl önce ben duymuştum, şimdi sıra demek ki başkalarında.

Friday, May 22, 2009

kelimeler büyüyor ağzımda..


Her seferinde daha yüksekten düşmek daha da sertleşmiş zemine. İki kişilik acılaşmış hikayenin dibine... Ne kadar uçarsan el ele o kadar yükselirsin en üstteki buluta ve ellerini kaldırıp işaret ederken daha da yukarıda ki en uzak o köşeyi sevdiğine, kanatlarınızın olmadığını farkedersin bir saniyeliğine. O farkındalık sonun olur işte. Ya da da o farkındalık bir kaç kemik kırığı.


Ben zoru seçtim biliyorum, en zoru sevdim. Ama hep öyleydim. Geometride en çözülmeyecek problemi bulur sınav sonunda boş kağıt verirdim. Çocukken altı köseleden, yere boylu boyunca düşüren terliklerle yürümeyi severdim. En zora aşık olduğumda ise hiç şaşırmadım kendime, sadece defalarca terkedildim. Bu sefer ise beraber verilmiş bir karar kıvamında geldi yalnızlık yanıma, yatağıma, sabahıma.


Evet zor olduğu için susuyorum ben hep, kolay bir yolu olmadığı için sakince bekliyorum sakinleşmesini hayatın. İstemeyecek kadar gururluyum artık ama, almayacak kadar değil. Minicik bir yüzüğüm bile olmadı aşkımı işaretleyen. Ya da ağzımı doldura doldura bahsedemedim erkek çocuğumuz için seçtiğim isimden. Köpeğimizden, "evimizden"... Herkes sokarken çirkin sevgililerini gözüme eş diye, benim sevgilimi anlatırken arkadaşı dedi herkes yıllarca. Demek ki ben geri durdum korkumdan, ateşle sevişmek yaktı tenimi, ateşle uyumaktan korktum belki de.. Belki de değil.. Bilmiyorum. Bilmek istemiyorum. Ve aslında farketmiyor da geldiğimiz bu boşluktan sonra bilmek neden'i.
Sormayın ey insanlık. Sormayın artık bana onu! Yok yanımda demekten yoruldum, yoruldum! Anlayın işte ben korktum mutsuz bir adamın kadını olmaktan, bir sabah uyanıp yabancı gibi bakan iki gözle karşılaşmaktan. "Korkma" diyen olmadı, "gitme"yelim diyen de. Belki onun da canı yandı üç saniye uyumadan önce, ama bitti işte yine.

Sunday, May 17, 2009

yan

Bir gün sadece sen kalacaksin ve ben.. Kimse olmayacak o sessizlikte bir an. Yargılamayacak, yarmayacak, yermeyecek ve yer bakışlar ile kesmeyecek kimse etlerimizi. Gözlerimiz aynı kalacak çünkü her ne kadar denizlerin en dibiyle tanışmış da olsa göz bebeklerimiz, sevilerek bakacağız birbirimize. Dokunacak kadar gücümüz kalmayacak belki ama konuşarak titreteceğiz içimizi. Ben yanıyorum. Yanarak dönüyorum. Nerde durur bu can bilmiyorum..

Sunday, May 3, 2009

öldürmek..

Aylardır yazmıyorum. Çünkü aylardır incinmiyordu kalbim. Kırılınca, kendimi tamir etmek için, sarmalamak için yazıyorum sanırım ben bu okuru olmayan yazıları. Gülen yüzüm gülmüyor iki gündür. Kimse yaptığım kazayı anlamak zorunda değil en içim bile. Hiç kimse durumu alttan almak sahiplenmek durumumda da kalmamalı. Ama gecelerden sadece bir gece korktuğu için kızılacak kadar değersiz de olmamalıydı bedenim. Ellerimi avcuna alıp, göz kapaklarımı öpmesi gerekmiyordu içim sussun diye, sadece elini dizime usulca koysa ve susarak konuşsa da yeterdi. Suratlarına bile bakmadığı arkadaşlarımın arabasının arka koltuğuna fırlatılacak, sonra da gece boyunca hissettirdiğim korkunun acısını başka şekillerde çıkaracak kadar büyük müydü gerçekten davetsizce hayatıma sızan pardesülü kadının bedeninin ahı?

Ben korkuyorum çünkü ölüme ilk kez bu kadar yaklaştım. Duyarsız olabilmek değil gücümün göstergesi, kimselere söylemeden tamir ettirdiğim gibi arabamı, uykusuz gecelerimde kimselere söylemeden huzurlu ruyalara dalabiliyor olmak hala..

Monday, February 16, 2009

too happy to be true

Floryada, deniz kenarında, yıllanmış bir odada uyanmak. Göz kamaştırıcı bir beyazlık içinde sabahla öpüşmek. Isınmak. Erimek. Dokunarak sevmek. Bakarak konuşmak. Susarak bağırmak.
Sevmek öyle güzel bir sanrı ki. Sabahına uyanmayacağımı söyleseler yine yatardım aynı rüyaya.

Kinyasıma..


Yeni yaşına..


Cheers


Wednesday, January 28, 2009

Oğul

Eminim hep daha kötüsü vardır ama tek bir gecesinde rahat uyutmayacak, babama kurban etleri dağıttıracak, annemi daha da yaşlandıracak bir Ocakmış bu, yeni yılın ilk ayı. Ters döndü, amuda kalktı hayatım. Cebimdekiler yere düştü teker teker. Bu gün birine sarılmak sarılarak susmak geçti içimden. Tek kelime konuşmadan koklamak... Deve kuşlarının kafalarını gömmeleri kadar doğal bir şekilde ihtiyacım var yanımdaki kucağa gömülmeye. Yalnızlar kraliçesi değilim artık. Aşkım başka kadınların yaşlarıyla kirlendi. Koklayamıyorum bile onu. Sen gel. Çok seveceğim, çok sarılacağım, çok öpeceğim geldiğinde. Sıkılmazsın değil mi?..


Monday, January 26, 2009

kadın

En yakınım, canım, yol arkadaşım olan kadınım PeGem dışında kimselere hayatımla nasıl dalga geçilebildiğinden, sevdiğimde ne kadar savunmasız olabileceğimden, acılarımdan bahsetmiyorum artık. Bu bir karar değildi sonradan farkettim konuşmadığımı. İçim kendini dış dünyadan gizlemeyi, yaralarını, yanlışlarını göstermemeyi öğreniyor yaşlandıkça belki de. Aylardan sonra tüm yorgunluğumu inanılmaz güzel havasıyla alan caanım Istanbul'dan mı yoksa mens durumlarından mı bilemem ama konuştum ilk kez. Konuşturdum da. Yeni tanıdığım ve iyi ki tanımışım dediğim bir diğer kadını... O da kendinden habersiz ettiği yeminini bozmuştu belli ki, bi kaç fotoğraf gösterdi biraz isteksiz, buruk, sıkılgan. 10 sene boyunca (dönerek) durmuş ve tam 10 ay önce ben buyum aslında hep buydum diyerek gitmiş esmer bir adam vardı fotoğraflarda, saçları geriye doğru taranmış, gözler objektife çevrili. Ve bir kadın yanında, kafası adamın durduğu düzleme doğru yatık hep, omzunda ya da yanaklarında başı, bakışları. Adam dünyanın, kadın adamın sevgilisi. Anlamak, görmek sıktı içimi. Bitmiş yanlışlıklardan bahsetmek başlıbaşına yanlıştı ve bir saat konuşmak bile fazlaydı. Mutfağa gidip iki güzel tost ve bir kahve yaptık birbirimize önce, televizyona ve çalışmayan kumandaya sinirlenip yorgunluktan sızdık sonra da.

Bu gün bir mesaj geldi telefonuma "V. evlenmiş. Nette bir kadının gözünün içine bakan nikah fotoğraflarını gördüm..." yazıyordu. İçimde hissettim sıkıntısını, gizli acısını, nasıl aşağılanmış hissettiğini. Böyle söylemedim tabii, arayıp siktiretmesini söyleyiverdim sadece. Bir tek bana söylemek istemişti o an, çünkü havaya bağırmak kadar basitti bana söylemek, söylerken nefessiz kalana kadar ağlamak. Yargısız, sorgusuz...

Ölüp bitmemişti evlenmek için, senelerce sadece sevdiği adamın yanında uyanmak mutluluğuydu evlenmek onun için. Biliyordu basitliğiyle aşkını da basitleştirecekti evlilik ama aşık olduğu adamın yanı olacaktı her yaşadığı gün böylece. Bir gün gittiğinde adam, tek bir kelime bile etmedi, eli telefona sadece kayıtlı telefonunu silmek için gitmişti . Domuzum diyordu, oysa ki artık 35 yaşında kabuğuna çekilmiş minicik bir kadındı o kadar. Adam gitmişti, on senelik kocaman bir hatıra defteri kalmıştı o kadar. Şimdi 40'a 5 vardı ve seneler şaşırtıcı bir hızla akıveriyordu işte. Bir şeylere son kez veda edip bilgisayarı ağlayarak, paramparça ve kırık kapattı bu sefer.


Bazen bazı insanlarla aynı senede, aynı şehirde, aynı sosyal olanaklar içinde doğmasanız da O'sunuzdur. Görür görmez seçersiniz birbirinizi, sonra acılarınızı ya da aşklarınızı, deliliklerinizi, huzurunuzu anlattıkça sağlamasını yaparsınız sadece bu benzerliğin. Bu son, basit ama mide bulandırıcı örnek bile farketmemi sağladı olası berbat sonumuzu. Kocaman gözlerimi daha da açtım ve fotoğraflarımıza baktım, aşkla bakan gözlerime ve onun sürekli "paylaştığım" objektife çevrili gözlerine. Korktum. Doyumsuz erkek söylemleriyle taçlandırdığı, terkettiği, içine alamadığı ilişkimizi, sımsıkı sarılamadığı bedenimi düşündüm.
Gitmesine izin vereceğim bu sefer.

Friday, January 23, 2009

n'olamazz

Hayatımın en güzel günlerinden birinde sırt üstü düşerek feci şekilde yere yapıştım.
Önce mutluluk sonra acııı! Ey hayat söyle bana nedir bu sancııı?
;)

pisht, biliyo musun Tarih Tekerrür'e aşıkmış!

Salıncak
Bu sadece hayat, oyuncak bir sarkaç falan değil ki. Bir adamın ellerine alıp, vücuduna, sıcak göğsüne bastırıp, umutlandırdığı, kelimelerle hayalden bir ev yarattığı sonra avuç içleriyle ileriye doğru savurup boşlukta süzülürken bana
— güçlü oool hadi göreyim seniii
Diye bağırdığı şey benim hayatım, basit ve sakin, sıradan hayatım.

Çocukken birbirimizi sallardık salıncaklarda. Sallayan daha güzel savrulsun diye güzelce kendine çekerdi oturduğun salıncağı önce, sonra tüm gücüyle iter süzülüşünü izlerdi. Herkese çok güzel gelirdi böyle saatlerce havada uçuşmak, ben nefret ederdim. Çok sallanırsan başım döner kusardım zaten. Sevimsiz bir oyuncaktı bu. Keşke döne döne kayılan kaydıraktan inip sallansaydım ben de, sırtımda arkadaşımın sıcak ellerini hissedip sonra bi anda savrulmayı öğrenseydim daha yaşım küçükken. Şimdi kusmazdım belki.

Sorsam uzun boylu, esmer yâr’e der ki

— sen öyle sanmıştın, ben seni hiç vücuduma bastırmadım, hayaller kurduracak tekbir şey yapmadım, sormadım, sorgulamadım, sadece bir şekilde yanındaydım. Seviştik tamam ama arada senin vücudunu koklamak da benim ihtiyacım. Yanlış anlamışsın be kuzu, ben feysbukumda yazdığım gibi gayet single bir adamım. Dışarıda arkadaşlarım var bazısı doktor bazısı liseden tanıdıklarım. Çıkar eğlenir sonra sıkılır bir-buçuk kişilik yatağımda dilediğimce yayılarak yalnız yatarım. Kadınlar var evet, bazısı salak bazısı akıllı ama onlarla sadece istediğimi yaparım, bazısıyla öylesine konuşarak flört eder bazısıyla hayvanlarımı doyurur, arada sırada ararım. Yıllar sonra keşfettiğim yalnız huzuruma senin kadın hallerini bulaştırmayacak kadar akıllı ve hoyratım. Bana müsaade; arada arar sorarım. Seni sevdim, çok sevdim ama gerçekte var olamazdık, ben böyle bildim bununla yaşarım.

Bu kadar kararlılık karşısında sadece susarım ben de. Ne gevezeliğim kalır ne elimdeki bi kaç güzel sevilesi oyuncağım. Avuçlarım kapanır içine, bir süre ağlarım; sonra düşünür keskin cümlelerini içinden cımbızla ayıklar; bebeğimle ve diğer kadınlarla ilgili söylediklerini unutmaya çalışır, öylece yaşar dururum işte. Konuşmak saçma, sürekli ağlamak, mızmızlanmak da; çünkü bilerek yaklaştım onun yanına her seferinde. Bilerek verdim eline kalbimi, camdan hayatımı. Ben salak değilim, ya da o benden zorla almadı beni. Ben koydum önüne kendi varlığımı. Severek, görerek ve aşkla isteyerek koydum. Ama artık berbat bi hal aldı tüm bunlar. Ne bedenim kaldı ezilmeyen ne ruhum altında. Ne benden ne de kendinden vazgeçemezken o benim de bir anadan doğduğumu unuttu. İnsan olduğumu, kadın olduğumu, her şeyi... Bilmiyor güçlü olmak için değil mutlu olmak için onu istediğimi. Bilmiyor onca kadından ne kadar güçlü olduğumu. İnadımı, tüm yaşadığımız şeylere rağmen güzel şeylere inancını yitirmeyen bir saftirik olduğumu. Kesinlikle bilmiyor "seni seviyorum'un" ne kadar kutsal, dönüp sırtını gidilemeyecek bırakılamayacak kadar bulunmaz olduğunu. Bilmiyor mu gerçekten bazen her hale girebileceğini insanoğlunun. Pamuklara saran ellerin de bir gün serin sulara, sarmalanmaya muhtaç olabileceğini. Bilmiyor demek ki ya da bile bile kalmıyor, öylece gidiyor. Beni nasıl da salladığını ipin ucunda ve nasıl sarstığını görüyor ama napalım ben de buyum şekerim diyor. Yaklaşmasaydı, zorladım mı, hayır! Hayal kurmasa umutlanmasaydı değiştim dedim mi, sanmam! Beraber miydik, daha neler!

Sevdiğiniz birinden tiksindiniz mi hiç, hem de canınızı verecek kadar sevdiğiniz birinden. Aynaya baktım. Gözlerime. İnanmıyorum artık sonsuza kadar aşkla ve birbirini “her haliyle” seven insanların olduğu mitoslara. Yanyana durabilmek bu kadar zor olmamalı. İnancımı elimden aldı o benim, sevip sevip sonra ellinin tersiyle ittiği bedenimi, saygımı, değerlerimi, kıymetlim olan her şeyi. Parmaklarıma bakıyorum, bekâretini kaybetmiş parmaklarıma bomboş ve yaralı. Avuçlarım acıyo, kirpiklerimin dipleri, dudaklarım... Onları hep yanıbaşında istemeyen birini özlememeyi öğrenecekler. Önce kısacık bir sürecik nefrete, sonra boşluğa dönüşecek her şey. Sonra bu günkü gibi marmelatlı bir kurabiye yapacağım yine bir başka pazar günü. Olsa da yeseydi demeyecek bu sefer içim, ilk sevgilimi yolda görse hatırlamayacak olan süper unutkan beynim son sevgilim için de yanmıyor olacak. Yazık olacak. Ne ayıp...

11.01.09
Ankara

Thursday, January 15, 2009

:( :\ :?

O kadar kötü ki ruhum, içim, bedenim; daha iyi rol yapmalı daha içimden gülmeye çalışmalıyım. Hayat devam ediyo işte, bak herkesin keyfi yerinde. Olmamsam da ben de öyle görünmeli, görünemesemde çabalamalım. Şimdi.

Wednesday, January 14, 2009

Bıraktım. Gideceğim. Orada bir yerde yeni bir hayat var. Olmalı. Terketmeyen ya da mahvetmeyen. Doymuş.

Monday, January 12, 2009

uyku

Gün içinde bazen kendimi ellerimi hissetmezken yakalıyorum, morarmış, üşümüş oluyorlar baktığımda. Yere düşecekmişim gibi dönüyor başım. Dizlerim titriyor. Gözlerimi kapatıyorum, biliyorum derin bir nefes almam gerekiyor ama üşeniyorum, istemiyorum. Geceleri hiç şaşmıyor. 03:16 da sıçrayarak uyanıyorum. Ağlıyorum, yatak batıyor, yorgan ağırlaşıyor, terliyorum soğuk soğuk. Elimi telefona atıyorum sıfır mesaj, sıfır cevapsız arama. Rehber, K, arama tuşu, saçmalama saat sabahın dördü. Kelimeler geçiyor boğazımdan beynime. Boşver üzme kimseyi, gel desen gelinmez bir uzaklıktasın zaten, ne gerek var. Pencereden soğuk Ankara'ya bakıyorum saatlerce donuk, donmuş. Gözümün önünden gitmiyor sol ayağını arabanın önüne atışın. Biliyorum yaşayacaksın ama içim acıyor. Hiç tanışmasaydık hiç karşılaşmasaydı keşke acıklı kaderlerimiz.

Yalnızım derken bin kez daha düşünüyorum artık, değilmişim çünkü. Çok düşündüm: ya bilmediğim bir ülkede ya da şehirde kimsesiz kalsaydım o polis adamların içinde. Dayanılır mıydı buna da acaba. Sanmam. Sevdiğim vardı ilk gördüğüm, yaptığı her şey dünyaya değer. Olmasa ölürdü o beden belki de. Unutulmaz bir şey bu, ömürlük bir huzur. Arkadaşlarım vardı, gözleri gözümün içinde. Ailem. İş arkadaşlarım. Hepsi benden çok düşünüyordu beni o gün. Seviyorum, öyle çok seviyorum ki herbirini.

Geceleri tek başınasın hayatla yine de. Bazen benimkiden büyük bir el olsun istiyorum göbeğimin tam üstünde uyurken, uyusun o da yanımda, deri derin uyusun hatta. Baktığımda saçlarına ya da suratına gülümsetip yeniden kıpırdatsın içimi ve belki daha mutlu değil ama daha güzel kalsın hayat diye. Olmuyor ama, kolay şeyler istediğini düşünen herkesin şaşkın üzüntüsünü yaşıyorum bazen. İstediğim hiç de basit değil çünkü, ben koskoca bir insan istiyorum. İnsandan bahsediyoruz: tamamen farklı, kendi beyni ve duyguları, istekleri, karşısındakinden bağımsız hatıraları olan yetmiş kiloluk bir canlıdan. Hayatının benimkine halatlarla bağlamasından... Hem de taraflardan biri ölene, böylece havadaki bir buluta yazılmış anlaşma feshedilene dek. Masallarda olur ancak bu, kabul ediyorum.

Mızmızlanmayacağım. Çaktırmadan özleyeceğim sadece, hayalimdeki masalı ve geçmişteki adamımı. Neden böyle sevdiğimi anlayamayacak kimse, anlatmayacağım. Neresini sevdiğimi bilmeyecek o bile, cevabı çok basit olsa da. Yaşayacağım bir şekilde. Güleceğim ağız dolusu ya da zırlayacagım her PMS de. Neyse o işte.

İyi geceler, uyu lütfen bu gece.

Thursday, January 8, 2009

...

Yazabilecek gibi değilim, uyuyabilecek gibi hiç değilim, kırpamıyorum gözümü. Yazıyorum şimdi ama her an silebilirim.

Dün ve bu güne benzer değildi ömrümde hiç bir günüm. Gördüklerim, yaşadıklarım duyduklarım daha önceden hiç görmediklerim, yaşamadıklarım...

Ses, hayır olmamalıydı, yerdeki beden, kapalı gözler, yaşlı bir kadın ve celladı ben.

Lacivert montlar, donmuş ayak parmaklarım, konuşmak istemiyorum, o benim nişanlım, yanmayan kalorifer, küçücük oda, birbirini tanımayan tanıdık yüzler, ortak noktaları ben.

Soğuk Ankara gecesi, sidik kokan erkekler tuvaleti, battaniye, kanepe, sevilen beden, yorgun, hepsi yorgun, yoran ben.

Korkuyorum it gibi korkuyorum benim olmayan ölümden. Dursa ya hayat! Ya da vazgeçtim biraz hızlansa ya zaman. Ama hızlanırsa hayat devam eder. Peki ben neresinde kalmıştım hayatın?

Sabah doğuyor. Dedikleri gibi her sabah her yeni gün değil sadece gecenin aydınlık bir devamı.

Pis bir aydınlık, güneş var herhalde hava güzel, oda hala pis ve başım öyle ağrıyor ki. Tutanaklar, imzala, yürü git muayene ol, soru cevapla, koridorları geç sağa dön, ağlama. 5234572 numaralı fotoğrafa gülümse, parmaklarını ver, koca parmaklarımın arasında tuttuğum küçük parmağın çok küçük; izi sığmıyor veri tabanına.

Hadi git, öğleden sonra oyun oynayacağız yine aynı koridorlarda, B Rh+ kan on çuval da olsa yetmiyor belki tanıyamadığın kurbanına.

Çok yaşlıydı, çok minikti bedenin kocaman asfaltta, korkuyorum senden, açıp gözüme dikemediğin gözlerinden, ufacık bedeninden çıkan sesten. Öleme...

Nefes alamıyorum, hiç de anlamlı yazamıyorum, kimselere anlatamıyorum, aslında uyuyamıyorum, çok yalnızım yatağımda, çok korkuyorum.

Friday, January 2, 2009

kar

Yol upuzun bir halat olup boynuma dolanıyor bu gece.
Biri beni şarja taksın lütfenn..